26 Temmuz 2024 Cuma

sekizinci mektup.



uykudan, uykuya düşkünlerden, uyuyanlardan bir nebze de olsa uyumaktan muzdarip olanlardan bahsedilirken hangi seçeneğin altına tik atılması gerektiğini sorguluyorum. görünmez perdeleri aralama gayreti içine girmeden atılan tiklerin borcunu, sol tarafımda duran not defterine kayıtsızca yazdığım biliniyor. şimdi çemberlerin mahlasını, zalimin alkışlarını, gözü bağlanmışların kof kahkahalarını silip atacak öfkeyi, tutuşturmak için adını bilmediğim bu diyarda çıra arıyorum. 


günlerin biteviyeliğine rağmen zamanın su gibi akıp geçmesi dipnotlara yazılan hakikatlerin yamacında bulunmama müsaade etsin diye niyetlerimi tazeliyorum. tazeliyorum ki bulunursam yabancılaştığım özün sancısını tüm vücudumda değil yalnızca kalbimde hissederim. merhemler belli, sesler, renkler, perdelerin ucundaki işlemeler...


bitki çaylarının altında gizlenen ufak sözcükleri en sevdiğim kutuda saklamak istiyorum. denklemlerin azalışına şahit olduğum günlerde  saklama isteğim arttıkça artıyor. değerli bir hazineyi bulmuşçasına edilen tebessümlerimin zamanı geldiğinde gülümsemelere dönüşmesi için farklı zamanlarda aynı duaya amin denmesi gerektiğini de pek tabii biliyorum. 

zaman. dua. kutu.


şehre yağmur yağmıyor. artık içimizde yağmur duasına çıkma arzusu da belirmiyor. altı kırk beş vapurlarında, tramvaylarda, metrolarda ve şahsi arabalarda unuttuğumuz adımlar yolu tanıyamıyor. yol, yağmur duasına uzanan ilk adım, bizlerse yolun anlamını zedeleyecek her türlü anahtarı çevirip kapıları kilitlediysek asıl suçlu olarak kimi görmeli? şifayı aramak için atılmayan adımlar banka kuyruklarında en ön sırayı kapmaya, market reyonlarının arasında kaybolmaya dursun... asıl kaybolan öz iken bedenin mahiyeti hakkında aforizmalar üretsek ne yazar?

yağmur duası. öz.


* nereye gidiyorsun? bu soruyu bana içimden bir ses yöneltti. cevap vermedim. nereye gidiyorsun? yineledi ve yine cevap vermedim.

temmuz yirmi altı, yirmi dört.

* güray süngü, düş kesiği.

** sedat anar, kuş sevgisi.

15 Temmuz 2024 Pazartesi

yedinci mektup.


ortancalar. gözleri çapaklı minik kediler. deniz. denizin hülâsası.

psikiyatri servisleri ve mezarlıklar hakkında birkaç mühim cümle kurulduğunda tüm denklemlerin deltasını bulmuş gibi bürünülen o basit sevinç hâli, düğümün ne kadar büyüdüğünü fark ettirmiyor. birkaç mühim cümleyi virgülle bağladığında anahtarlara sırt çevirdiğini de bilemiyor insan. nereden bakarsan bak serçe parmağına atılan derin bir kesik.

beklemenin yazmaya, yazmanın dehlizlere açıldığı garip bir zincir var. kimse zincirin sebeplerindeki işlemelere dikkat etmiyor. sonuçlar gözler önüne serildiğinde, a'sı ve b'si bu c'ye gerek yok deniyor. bilinmiyor ki belki de asıl sebep c'de saklı. 

geçmişi yad eden sade türk kahvesi ve çay. ortada yaban mersinli pasta. renklere kanış yani. onlarca pasta içinden mor olanı seçmek kanmanın belki de yirminci hâli. defterin köşesine yazılmalı, giden aynı, kalan aynı, ev aynı, sessiz kalışlar aynı. değişmeyeceğini bilerek dönmek, dönmenin arkasındaki bilmeceleri çözmek, kitap isimleri, pasajlar ve sayfa sayılarını biriktirmek hepsi, hepsi aynı.

perdeleri sıkıca çekip, anahtarı bir kez döndür ve derin bir nefes al. yeniden dönüşün ilk adımı bu. şimdi daktilo tuşlarının, kürsünün, parmak uçlarını acıtan, kulakları tırmalayan alkış sesleri geçip gitti. perdeleri sıkıca çek, anahtardaki işlemeleri dualara teslim et ve derin bir nefes al. yeniden dönüşün ilk adımı bu.

* dünya ona inanmazken ve onun gerçek dünyası bilinmezken hakkında konuşulanmış. ve onun hakkındaki en derin söz o hiç bilinmez de rüyasına yatılı iken söylenenmiş. sis dağılmaya ve dünya biten bir aşk gibi gerçek yüzü ile ortaya çıkmaya başladığında artık ne şiir yazılabilirmiş ne hatta okunabilirmiş. o efsunun içinde kalmak delilik, sise dalmak ve öyle görmek cinnetmiş ya da gençlik. bunu yaşamak olarak anlamış, anladığından geri dönemeyen kendine sırtını dönenlere yüzünü dönse de artık sırtını dönmüş olacakmış. çünkü dünya dönüyormuş. nereye dönsen o da döndüğünden sen artık hep sırtını dönmüş olurmuşsun. o dağlara karşı iken sen sulara karışırsın, o suların kararmış yüzüne dönerken sen kuru toprakla bir küser bir barışırsın. o ağaçları yerinden söker, nehirleri azdırırken sen sanki bir trende dünyanın en tepesinde ıssız tundralarda kızıldan kahveye, susuz sarıdan ince bir maviye kanayamayan bir damar gibi uzanırsın. desem ki, keşke diyebilsem böyle böyle hayat geçer, gider, biter. hayır. bu, zihinde bir andır, daha öğle olmadan gelir, deler, daha saat bire on vardır.

temmuz on beş, yirmi dört.
* şule gürbüz, öyle miymiş?

10 Temmuz 2024 Çarşamba

altıncı mektup.

alkış seslerinin şaibeli sorulara ve gök gürültülüsüne karıştığı vakitleri kareli kağıtlara yazmak gerek. bakışların daima hastalığa yorulduğu on iki buçuk vapurundan arta kalan anıları ise el ayasına. eğer ilaçlar içilmezse kapıların tam beş kez kapatılacağını dipnot olarak şiir dizilerinin köşesine iliştirdikten hemen sonra... derin bir nefes al. bunlar iki tablet dolusu çentikten arta kalan. 

not düşülmeli, kantaron yağına geç kaldın bu yüzden perdeyi çektiğin her vakit o yara ile karşılaşıyorsun. ihmalkarlık. yani bir avuç dolusu toprak.

paydaları eşitlerken tebessümü eşarbın kenarına işlemen gerektiğine dair sözler duyuluyor farklı yaşlardan. insan seli metrolarda, duraklarda, kahve sıralarında... garip bir telaşın altı kırk beş döngüsü yani. açıklamaların, yanilerin, çünkülerin pörsümüş eskiliği ve o iğne oyaları...

naftalin kokulu anıların çocukluğu çağıran o neşeli sesi, yaşlı bir kadının sarılışında yeniden hatırlanacak. toprağın naftalinle bağını parmak uçlarına sarıp devam etmenin mürekkebe boyandığı vakitleri çerçeveletip asmaya niyet edeceksin.

kokular. anılar ve toprak.

*bunca doğan, söyleyen ıssızlığını ve yalnızlığı alamıyor toprağın, kabirler de, ah kabirler de olmasa, dünyanın tutunacak tek taşı da olmasa daha da kayardı her şey muhtemelen.

temmuz, on, yirmi dört.
* şule gürbüz, öyle miymiş?






1 Temmuz 2024 Pazartesi

küçük hanım -0.2-



ajandanın başına fiyakalı harfleri yazmamla başladı her şey... eğer ilmeklerin sol tarafının harfleri eğip büktüğünü bilseydim gene de yazardım, o notu düşerdim küçük hanım. ' kalbine...' tüm bu olanların  temelinde silgileri elinde bulunduranlar var. gözlerini bağlanmışlar ve kağıdın üzerinde ellerini sağ sola oynatıyorlar. silmenin 32 hâli vardır küçük hanım ve bu gözleri bağlanmışlar artık durmuyor. insanların ah'ları ilmek ilmek urganı işlerken darağacının kurulacağı günü bekliyor, dualar ediyorum. yalnız değilim zira duaların semada aynı paydada buluştuğunu biliyorum. 

silgi değil küçük hanım.  zehir, urgan ve darağacı...

merkezden uzaklaştığımda bir rüzgarın bedenimi savurup yeniden eski yerime geri getirmesi için ettiğim dualarım var. uzaklaştığım an kabusların fısıltılarını duyuyor ve kalbimi koruyamıyorum. daldığım an nefesimi tutmam gerektiğine dair garip uğultuları defterime yazmayı bıraktım. uğultular iğnelerin yerini aldığında hazır olmam bekleniyor küçük hanım. ben duaları iğnelere tercih ederim, ben rüzgarın parmak uçlarımı aşındırmasını iğnelere...

mutluluğun türlü türlü obsesyonlara göre şekil aldığı bir çağ. tanımlarım kapıların eşiklerine göre değişiyor, bilmeni değil artık duymanı istiyorum küçük hanım. şimdi herkes kablolu - en çok da- kablosuz kulaklıklarıyla meydanlarda cirit atarken köşe başlarında  mektupları okuyanları duymuyorlar. insanlar artık seslerinden ve kulaklarından vazgeçtiler küçük hanım. insanlar en çok seslerine ve kulaklarına yabancı hâle geldiler.

masanın etrafında bir buket lale, alacalı bir kedi ve pusulayla yönünü bulmaya çalışan bir ruh var. sanki üçü bir araya gelince yapbozun en önemli parçalarını oluşturuyor. ajandamın köşesine işliyorum baş harflerini. hâlim, çeyizine özenle iğne oyası işleyen hanımefendileri andırıyor. hevesim, heveslerinin kaç katı kim bilir? küçük hanım, heveslerin bir balon gibi... baştan alıyorum. hevesler, yani altı kırk beş vapuru.

kalbime

döneceğim

ama...*


bu şiirde birçok kez el ayanızı yarıp sonra yeniden sarmanız temennisiyle.

dostunuz nane.

temmuz, bir, yirmi dört.

* ismet özel, of not being a jew.



önemli, dipnot.

merhabalar.  0.0 ile başlayıp 0.7'ye kadar severek yazdığım ve geri dönütleri beni mutlu eden küçük hanım serisine artık sim...