15 Temmuz 2024 Pazartesi

yedinci mektup.


ortancalar. gözleri çapaklı minik kediler. deniz. denizin hülâsası.

psikiyatri servisleri ve mezarlıklar hakkında birkaç mühim cümle kurulduğunda tüm denklemlerin deltasını bulmuş gibi bürünülen o basit sevinç hâli, düğümün ne kadar büyüdüğünü fark ettirmiyor. birkaç mühim cümleyi virgülle bağladığında anahtarlara sırt çevirdiğini de bilemiyor insan. nereden bakarsan bak serçe parmağına atılan derin bir kesik.

beklemenin yazmaya, yazmanın dehlizlere açıldığı garip bir zincir var. kimse zincirin sebeplerindeki işlemelere dikkat etmiyor. sonuçlar gözler önüne serildiğinde, a'sı ve b'si bu c'ye gerek yok deniyor. bilinmiyor ki belki de asıl sebep c'de saklı. 

geçmişi yad eden sade türk kahvesi ve çay. ortada yaban mersinli pasta. renklere kanış yani. onlarca pasta içinden mor olanı seçmek kanmanın belki de yirminci hâli. defterin köşesine yazılmalı, giden aynı, kalan aynı, ev aynı, sessiz kalışlar aynı. değişmeyeceğini bilerek dönmek, dönmenin arkasındaki bilmeceleri çözmek, kitap isimleri, pasajlar ve sayfa sayılarını biriktirmek hepsi, hepsi aynı.

perdeleri sıkıca çekip, anahtarı bir kez döndür ve derin bir nefes al. yeniden dönüşün ilk adımı bu. şimdi daktilo tuşlarının, kürsünün, parmak uçlarını acıtan, kulakları tırmalayan alkış sesleri geçip gitti. perdeleri sıkıca çek, anahtardaki işlemeleri dualara teslim et ve derin bir nefes al. yeniden dönüşün ilk adımı bu.

* dünya ona inanmazken ve onun gerçek dünyası bilinmezken hakkında konuşulanmış. ve onun hakkındaki en derin söz o hiç bilinmez de rüyasına yatılı iken söylenenmiş. sis dağılmaya ve dünya biten bir aşk gibi gerçek yüzü ile ortaya çıkmaya başladığında artık ne şiir yazılabilirmiş ne hatta okunabilirmiş. o efsunun içinde kalmak delilik, sise dalmak ve öyle görmek cinnetmiş ya da gençlik. bunu yaşamak olarak anlamış, anladığından geri dönemeyen kendine sırtını dönenlere yüzünü dönse de artık sırtını dönmüş olacakmış. çünkü dünya dönüyormuş. nereye dönsen o da döndüğünden sen artık hep sırtını dönmüş olurmuşsun. o dağlara karşı iken sen sulara karışırsın, o suların kararmış yüzüne dönerken sen kuru toprakla bir küser bir barışırsın. o ağaçları yerinden söker, nehirleri azdırırken sen sanki bir trende dünyanın en tepesinde ıssız tundralarda kızıldan kahveye, susuz sarıdan ince bir maviye kanayamayan bir damar gibi uzanırsın. desem ki, keşke diyebilsem böyle böyle hayat geçer, gider, biter. hayır. bu, zihinde bir andır, daha öğle olmadan gelir, deler, daha saat bire on vardır.

temmuz on beş, yirmi dört.
* şule gürbüz, öyle miymiş?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

önemli, dipnot.

merhabalar.  0.0 ile başlayıp 0.7'ye kadar severek yazdığım ve geri dönütleri beni mutlu eden küçük hanım serisine artık sim...