insanın dönmek için türlü türlü bahaneleri parmak uçlarına birkaç kuş olarak atfetmesinden hemen sonra bahaneleri bir anda ters düz yapması kadar garip, olağan bir o kadar da zıtlıkların toplamıydı. sanki kelimeleri üst üste dizip en uzun kule yapma yarışında sonuncu olma korkusunun saçmalığı kadardı. üst üste kuleler insanın hırsına birkaç denklem daha kurup buyur çöz bunları derken hırsın kendinden geçmesi kadar da korkutucuydu. hırs diyorum, omuzumdaki tozu silerken yüzümde oluşan yan bükücü tebessümle birlikte. korkutuculuğu hakkında cümleler kuruyorum. anahtar, dehliz, sizler ey insanlar, bizim evin ahalisi birkaç bardak ve kapı diyorum sonra avcuma yazdığım cevapları kağıtlara geçireceğim derdinin nefessiz bıraktığı saatlere tebessüm ediyorum. tamamen, tamamen... parmak uçlarımı korumaya ihtiyacım var.
mezar taşları ve yaşım arasındaki bağın güçlenmesi için ne yapabilirim diye düşünürüm. bazen mezarlıklar çeker beni de yalnızca içimde duyduğum o garip hâl ile yürümeye devam ederim. yaşıma, günler, haftalar ve aylar eklenir böylece. yirmi bir anda yirmi beş olur, artar, kar topu etkisi yaşanır. yirmi derim. yirmi belki de yirmi olarak kalacak. bir an, şahdamarımdaki sesi duyduktan hemen sonra akrep ve yelkovana arkamı döneceğim. ayaklarım mezarlıklarda kendine bir yer aramazsa gittiğim kütüphanenin, otogarın, metro istasyonunun, evin bir anlamı kalır mı? kendime bir yer derken...
*hepimiz ölecek yaştayız!
eve dönmek hakkında sorduğum sorularım var. sanki ceketlinin biri elindeki pusulayı masaya koyup sorduğum soruya yanıt verse evin rengi değişecek. ev dediğim de birkaç metre kare kadar basite alınacak bir kelime değil. ev bu! basit olsa ev demem. basit olsa türlü çıkmazları işret parmağıma dolar kahkahalarla gülerim. bu yüzden şairin o şiirinde takılı kalıyorum. eve dön derken, dönmek tanımı zihnimde arada yapar gibi oluyorum lakin sonra her şey bir anda tuzla buz oluyor. evin tanımının ne olduğunu düşünmeyi, sormayı, aramayı...
dönme düşüncesi zihnime yerleşmeden evvel kadının kendi şiirini okumasını en az üç kere dinlerim. beyaz sabun kokusunun tüm odayı doldurmasını, çekilen halı atlarında nice anıları görür gibi olurum. seslerin azalışına bir perde de ben çekerim. herkes perdelerini çekerken ışık demetini göreceğim diye girdiğim çabaları da artık bir perde de ben çekerek altüst etmeye çalışıyorum. ev hakkında sorulan soruları günü gelince cevaplanacak şekilde açık uçlu bıraktığım zamanlarım da olmuyor değil. sanki o sorular perdeyi arada hatırlatıp tekrardan...
sorular elbet cevaplanır ve perdelerin çekildiği gün de asla unutulmaz. denklemin birincisi budur.
** bir tren geçti yine tam o sıra
ustura gibi kara
düdük çala çala
geçti şiirimin ortasından
kes şunu dedim, kes artık!
oldu olacak
kan kardeşi olsun ruhumla yollar...
eylül, on sekiz, yirmi dört.
* bülent parlak
** didem madak, ahlar ağacı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder