iki çentik ve ağız dolusu sessizlikle günü bitirenler... eve mi yoksa kalbine mi veyahut şarkıya mı döndüğü belli olmayanlar... sessizlik bütün kırgınlıkları halının altına süpürürken gözlerimi kapatıyorum. kapatıyorum zira kelimelerle yüz yüze gelecek kadar güçlü hissetmiyorum.
on iki saatlik yolu arşınladıktan hemen sonra hızın eteğimi çekiştirmesine izin verdiğim zamanlar. yani birkaç dua, birkaç isim - mühim- birkaç video, birkaç düşünce, birkaç ağrı ve birkaç kuruntu... bayram sabahları o kocaman masanın etrafında bir iki kahvaltılıkla karnını doyuranlar, her lokma şükür sebebi...
şayet ki biraz daha gözlerimi kapatmaya niyet edersem, akrebi ve yelkovanı durdurmaya çalışıp beyaz masa örtüsünün dibinde çöreklenen kelimeleri toplayacağım. koşmam mı yetişmem mi gerek yazgıma bilmiyorum. koşmanın yürümekten farkı nedir onu araştırıyorum. koş(ma), yürü, sahici yürü ama... koşmaktansa...
bir yıl önceki - yaklaşık- perdeyi araladım ve farklı hisleri bir ters iki düz yaptım. o klasöre bakıp resimlerdeki bulmacaları artık çözmeyi bıraktım. yüzlerdeki büyük sevincin üzerine birkaç kere tıklayıp hızlıca geçmesini sağladım. geçmişin kibritiyle bugünün mumunu yakmayı artık reddediyorum. geçmişin kibriti artık mühim olmayan sayfalar arasında kendine yer edinebilir. solmuş mürekkebin yanında boy gösterebilir. geçmişin kibriti... bitir paragrafı...
çekip gidiyor, alçakgönüllü ve çekingen... ve nereye gidiyor, gökyüzü topraklarına mı? kalbim de çekip gidiyor, kayboluyor rüzgar da... ipsiz sapsız mısır sigaraları gibi. çekip gidiyor, soğuk kasvetli ve gizemli. ve nereye gidiyor, dünyanın bir ucuna mı? gizemli henüz görülmemiş yüzü biliniyor yalnızca şarkı söyleyen bir ses tarafından... bir öğle uykusu gibi dolu, çayırların üstündeki göklere gidiyor...*
* orange, 2.bölüm.
haziran, on yedi, yirmi dört.
bayramımız mübarek olsun.
dipnot: sahici yürümek duasıyla...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder