bozacının şahidi şıracı yani... kabuk bağlayan çorbalardan tut da akşama telaştan telaşa girilecek salçalı yemeklere kadar. ne diyorduk bozacının şahidi... dönüp durduğun çizginin neresinde hakikat? elini yaktığın gün, sabahı yamacına çağırırken sen hâlâ hangi cümlelerde el ayanı yardığını düşünüyorsun? bozacının şahidi... sahi küçük hanım bozacının şahidi şıracı derken yüzde oluşan ve kat kat anlam çıkartacağım ifadeleri kağıtlara yazabilir miyim? eklerine, köklerine ayırıp işaret parmağımı sinsice salladıktan hemen sonra... bozacı kim, şahidi kim, şıracı kim inanın bilmiyorum. ben, yani...
perdeler yeniden aralanıyor. uzun zamanın sabahı değil, altı ay ya olmuştur ya olmamıştır. yine lavantanın denklemlerini ters düz yazıp aynı isimlerin yazılarında ne aradığımı bilmiyorum küçük hanım. lavanta yağı yok bu sefer, üzerlik tohumu mutfak dolabının en üst raflarının birinde... biberiye yağının hülasalarını da es geçiyorum. artık ağır bitkisel kokular yok, bileklerime sıktığım birkaç fıs vanilyalı kolonyadan ibaret her şey. perdeler yeniden aralanıyor, çentik atılan çizelgeye bir yenisi daha ekleniyor zihnimde. sanki yıllardır kağıt kalem görmedi parmak uçlarım. yaz. çiz. plan. plan. plan. üstüne atılan tikler arttıkça perdelerin düğümlerinin artacağına dair aforizmalar artık inandırıcı da gelmiyor küçük hanım. yeniden dönüyoruz sanırım, eve değil, eve değil...
buram buram gerçeklik kokan sözleri dipnot olarak ekliyorum notlar bölümüne. olması gerekenin gerçeklik çizgisinde kalması bardakta öylece duran inceliği bir çırpıda yere atıyor küçük hanım. incelik de bir yere kadar. insanın durması gereken çizgi belli, çevir dünya küresini duyuluyor işte çığlıklar, acılar, mücadeleler... dehlizin anahtarını elime tutuştursanız anlamı kalır mı küçük hanım? yoksa kitapların arasında kalmış ders notlarımı önüme koyup deltayı öylece bulmaya çalışsam ve ters düz yaptığım ipi malum zemine oturtmaya çalışsam bendeki çürüme de böyle başlamış olmaz mı?
* insan özünden düşermiş bazen. yani...
düğümler çözülüyor, korkular uzunca zamandır yattığı ininden çıkmak üzere. birisi kendisini hirasına kilitlemek üzere. kapıyı kapatıp, kırmayınız değil tıklatmayınız kâfi demek üzere. bencilliğini beşe katlayıp gözlerini dört odacığına kapatmak üzere. şiirleri, parmak uçlarını, heveslerini, heyecanlarını, kağıtları ve ajandaları fırlatıp atmak üzere. kendisinden arta kalan eşyaları mezarlığa gömüp hirasına çekilmek üzere. birisi küçük hanım, anlıyor musunuz?
ağustos yirmi altı, yirmi dört.
* barış diri, derinden.