26 Ağustos 2024 Pazartesi

küçük hanım -0.5-


 bozacının şahidi şıracı yani... kabuk bağlayan çorbalardan tut da akşama telaştan telaşa girilecek salçalı yemeklere kadar. ne diyorduk bozacının şahidi... dönüp durduğun çizginin neresinde hakikat? elini yaktığın gün, sabahı yamacına çağırırken sen hâlâ hangi cümlelerde el ayanı yardığını düşünüyorsun? bozacının şahidi... sahi küçük hanım bozacının şahidi şıracı derken yüzde oluşan ve kat kat anlam çıkartacağım ifadeleri kağıtlara yazabilir miyim? eklerine, köklerine ayırıp işaret parmağımı sinsice salladıktan hemen sonra... bozacı kim, şahidi kim, şıracı kim inanın bilmiyorum. ben, yani...


perdeler yeniden aralanıyor. uzun zamanın sabahı değil, altı ay ya olmuştur ya olmamıştır. yine lavantanın denklemlerini ters düz yazıp aynı isimlerin yazılarında ne aradığımı bilmiyorum küçük hanım. lavanta yağı yok bu sefer, üzerlik tohumu mutfak dolabının en üst raflarının birinde... biberiye yağının hülasalarını da es geçiyorum. artık ağır bitkisel kokular yok, bileklerime sıktığım birkaç fıs vanilyalı kolonyadan ibaret her şey. perdeler yeniden aralanıyor, çentik atılan çizelgeye bir yenisi daha ekleniyor zihnimde. sanki yıllardır kağıt kalem görmedi parmak uçlarım. yaz. çiz. plan. plan. plan. üstüne atılan tikler arttıkça perdelerin düğümlerinin artacağına dair aforizmalar artık inandırıcı da gelmiyor küçük hanım. yeniden dönüyoruz sanırım, eve değil, eve değil...


buram buram gerçeklik kokan sözleri dipnot olarak ekliyorum notlar bölümüne. olması gerekenin gerçeklik çizgisinde kalması bardakta öylece duran inceliği bir çırpıda yere atıyor küçük hanım. incelik de bir yere kadar. insanın durması gereken çizgi belli, çevir dünya küresini duyuluyor işte çığlıklar, acılar, mücadeleler... dehlizin anahtarını elime tutuştursanız anlamı kalır mı küçük hanım? yoksa kitapların arasında kalmış ders notlarımı önüme koyup deltayı öylece bulmaya çalışsam ve ters düz yaptığım ipi malum zemine oturtmaya çalışsam bendeki çürüme de böyle başlamış olmaz mı? 

* insan özünden düşermiş bazen. yani...


düğümler çözülüyor, korkular uzunca zamandır yattığı ininden çıkmak üzere. birisi kendisini hirasına kilitlemek üzere. kapıyı kapatıp, kırmayınız değil tıklatmayınız kâfi demek üzere. bencilliğini beşe katlayıp gözlerini dört odacığına kapatmak üzere. şiirleri, parmak uçlarını, heveslerini, heyecanlarını, kağıtları ve ajandaları fırlatıp atmak üzere. kendisinden arta kalan eşyaları mezarlığa gömüp hirasına çekilmek üzere. birisi küçük hanım, anlıyor musunuz?


ağustos yirmi altı, yirmi dört.

* barış diri, derinden.


16 Ağustos 2024 Cuma

küçük hanım - 0.4-


" anlamlar ürküyor senden duydun mu beni? nasıl kaşlarını çatıyorsan saklanıyorlar, çarpmaların, bölmelerin, dilinden düşürmediğin denklemlerinle ürkütüyorsun anlamları. önceden köyün yaşlıları uslu durmayan çocukları öcülerle korkutur, ağlatır ve ürkütürdü. onlardan farkın kalmadı. kalbinin istediği anlamlarken, anlamlarla dinginleşirken ürkütme! duydun mu?" saliseler önce biri odamın kapısının altından bu notu attı ve gitti küçük hanım. şimdi anlamlar, ürkmeleri ve kalbin istediği ile ilgili denklemleri kuruyor çözmeye çalışıyorum. sahiden de ben... anlamlar... ürkmesin.

sevgiler ürkütsün seni, aşk ayrı.*


şöyle şöyle yaparsam allah kırk kapıdan buldursun, deniyordu ne zaman duyduğumu hatırlamıyorum lakin seslerin harflerle buluştuğu o dakikalarda gözlerim istemsizce doluyor. insanlar kaçıyor, yeminler ediyor, aldatmakta üstlerine kimse tanınmıyor... ekmeği göze tutuyorlar küçük hanım. birileri kur'an'a el basarım ki diyor.  toprağın kardeşiyken yitip götürdüğümüz şeffaflığımızı kaç kapıda arayıp da bulalım? hangi yağmur temizler? bir yağmur duasına çıksak.. ah bir yağmur duasına... oku ve uzaklaşma küçük hanım. okuyalım ve uzaklaşmayalım. özümüzden. gerçekliğimizden.

ben geldim geleli açmadı  gökler...**


yokuşlarda, hikayesini tam bilmediğim evlerde, düşüp yeniden kalktığım ve çekildiğim kabuğumda resmettiğim hülâsalar çok başka küçük hanım. tökezleyip düşmek gibi bir şey de değil. aniden, yüz üstü yere kapaklanmak gibi. sert. dizlerin soyulmuyor, dizlerin el ayan ile birlikte yarılıyor. oysa ben parmak uçlarımdaki geçmeyen yaralarıma daha yeni alışmışken... bu sanrı, omuzlarımdaki - hikayeden kalma- boşluğa düğüm atarken renklerin adlarını bilmek için can atıyorum. 

içine kapanırsın. evine kapanırsın. yemeden içmeden kesilirsin. ruhuna vurduğun yamalar sökülmeye kalbindeki sıva atmaya, aklındaki çiçekli odalar rutubetlenmeye başlar. ***


şehrin eflatunları yeni öğrendikleri iğne oylarını sergiliyorlar. seveceğinizi düşünüyorum belki birkaç örnek alıp... eskiden kış oturmalarında hanım teyzeler, renkli renkli oyalarını gösterirken üzerlerine sinen sevinç e biraz da ' becerikliyim' naraları ara ara benim de üzerime siniyor küçük hanım. sanki o anlarda denklemlerin deltasını çekip alıp dehlize doğru koşmam gerek. yazgıya yetişmek için koşmam yeterli olur mu bilmiyorum ama nefesimi tutup o kokuyu solumamak dehlizin içinde mümkün gibi gözüküyor. uzunca bir müddet... yazgıya yetişmem için dehlizde bulunmam gerek. bulunmayanları, aranmayanları, ertesi günleri, içimden geldileri, saatleri ve harfleri... bulmam gerek. koşmadan evvel. yetişmem gerek

kırlangıcın kanadındaki kezzap / leylakta sıkışan buhar için / nabzımı bulmalıyım nerede bulacaksam ****

ağustos on altı, yirmi dört.

* ismet özel, mazot.

** sezai karakoç, yağmur duası.

*** ayşegül genç, doğmuşlar.

**** ismet özel jazz.

9 Ağustos 2024 Cuma

küçük hanım - 0.3-


 yapılan her yemeğin altındaki sebepleri bulmak için dahi olmaya gerek yok zira apaçık belli, açlık. açlık değil mi küçük hanım? sebepler ne kadar açık olursa altında yatan sonuçları veyahut cevapları düğüm düğüm yapıp çetrefil balonunun içine koyuyor gökyüzüne fırlatıyoruz. çöz de çöze bilirsen. ara da arayabilirsen. insanının kendi dışında bir sürü şatafatlı cümleleri aramaya mecali olabiliyormuş küçük hanım, nereden bildiğimi sormayın.


en ince ayrıntısına kadar söylenen her cümlenin altında yatan ne olabilir? anormal nedir, nedensellik sorunu nasıl anlaşılabilir, okb, tssb, fobiler bir de bir de... liste uzuyor küçük hanım. ayrıntılar, detaylar, sorular, soru işaretleri, öyle mi böyle mi'ler insanı arafın tam ortasına yerleştiriyor. cevapları ıskalayışla araf arasında nasıl bir bağ olabilir küçük hanım?

nasıl bir ilgi olabilir?


huzursuzluğumuz da fevriliğimiz kadar kendine has küçük hanım. ama üzüntülerimiz bambaşka... camları kapatıp perdeleri çekmek gerek. kendine haslığın içeride kurduğu ve bir baltayla yıkılacak bu hakimiyeti bizden başka kimse duymamalı. baltayı oradan oraya savurduğumuzda çıkan sesleri ancak şifa dolu sözlerle bastırmalı. zira şifalı sözler...

ibrâhim / içimdeki putları devir/ elindeki baltayla.*


insanın ölülerle olan münasebeti hikayelerden geliyordu, demiştim bir zaman evvel. eski evin önünden geçen yeşil tabutun o hiç gitmeyen görüntüsü ve nasıl ölmüş sorusu etimi çimdiklerken hikayelere duyduğum münasebet mi artıyor yoksa ilk ölüsünü toprağa vermiş bana, hakiki olanı mı hatırlatıyordu bilmiyorum küçük hanım. şimdi kırdaki mezarlıkta bir sürü hikaye yatıyor. karşısında belki bir aya kalmadan biçilecek ay çiçekleri. her iki saatte bir yanından vız diye geçip gidecek belediye otobüsü, evleri selamlayıp biraz daha ilerlediğinde tam ortada buluyor insan kendini. seslerin unutturduğunu hissediyorsun. sesler ki bazıları hatırlatan, bazıları unutturan. insanın ölülerle olan münasebeti diyordum küçük hanım ve ekliyordum hikayelerden geliyordu.


** insan özünden düşermiş bazen yani derinden derinden.


ağustos dokuz, yirmi dört.

* asaf halet çelebi, ibrahim.

** barış diri, derinden.


6 Ağustos 2024 Salı

onuncu mektup.

 


kirpiklerin üzerinden bir tur daha geçerse o küçük fırça ile - adını biliyorum lakin söylememeyi tercih ediyorum-  arşa çıkacak ve bakanın bir daha bakmasına neden olacak. ne diyorduk zaten bunlar, bunlar... renkli renkli malzemeler, pek de aşina olunmayan isimler bütünü. çok da... çok da evet çok da... izlediği - şu an kaç dakika olduğunu hatırlayamadığı- videoda;  kapatmak, kusur ve eksiklik ile ilgili defterinin kıyısına not alacak kadar önemli cümleler kuruluyordu lakin ne hikmetse bu sefer not almamıştı. kapatıcı ruhlu hayatlar var demişti  içinden. eksiği, yanlışı, kusuru bir çırpıda kapatmak bir de bunu allayıp pullayarak marifetlerin en güzeliymiş gibi bahsetmek, videodan etkilendiğinin de göstergesiydi bu cümleler.  kirpiklerin üzerinden bir tur daha geçerse canı iyice daralacak ehh yeter be diyecek ve odayı terk edecekti.

kirpikler. terk etmeler ve serzenişler.


allah halil ibrahim bereketi nasip etsin diyordu sık sık. sanki poşetlerdeki nimetlerin çeşitliliği durduğu şükür çizgisini gösteriyor ve konuşuyordu. " nankörlük edenlerden olma, şükrü dilinden düşürme." ne çok cümleler kuruluyordu. ne çok cümleler kuruyordu. isimleri söylüyor, dualar ediyor, yetmiyor küçük deftere yazıyor ve defteri yanından eksik etmiyordu. bir dua mı duydu, okudu hemen deftere geçir... güzelliğe hasret kaldığını sayfanın sonuna amin yazdığı dualardan anlıyordu. zira biliyordu ki özü daima güzelliğin peşindeydi. hakiki güzelliğin...

şükür, güzellik. daimi olanından.


çiçekli elbisenin perdeleri aralamaya çalıştığı dakikalar var sanıyordu. çiçekli elbisenin içinde, kalabalık insan selinin ortasında kalmanın niyetlerini çözmek amacıyla denklemler kuruyordu. dört odacığın eşiğini aşındıracak kelimelerin elbisenin eteklerinde toplanmasına müsaade ediyordu. böyle olacaksa, eşikler aşınıp dört odacık hafif toz bulutu ile kaplanacaksa denklemleri çöpe atmak en güzeliydi. 


hira ya da hicret. dehliz ya da çilehane. bazı anahtarlar ve kaçışlar... ve, ya da, üç noktalarla sayısız cümle kurabilir, içini birazcık da olsa rahatlatmak için söz sanatlarına başvurabilirdi. yapmadı. yaptı ama yapmadım sandı. biçilmemiş ay çiçeklerinin yanından geçip yeşilliğin arasında kalırken de yaptı ama yapmadım sandı. türlü hikayeler duydu, erenler, büyük hocalar, geçen sene bu zamanlar... kah şaşırdı, kah daha fazla anlatılsın istedi. gören gözler görmeyen gözlere her zaman yol göstermeliydi. yolun sonunun  inşirah ferahlığına çıkması için uzun uzun dualar etti. yolun sonunun...

inşirah ferahlığı. yol.


* "içimden bir çığ koptu, kalemi elime aldım, bocalıyorum kendimce," dedi hafif bir utangaçlıkla.


ağustos, sekiz, yirmi dört.

* anıl topçu, kara yokuş.

3 Ağustos 2024 Cumartesi

dokuzuncu mektup.

 


insan kaybedişi nasıl hatırlar, üstüne üstlük notlar alacak kadar bileğine zamanın işlemelerini bir güzel nasıl dokur? bu hatırlanış neye yorulmalı, hangi yamacın eteğine ev kurmalı? soru işaretlerinin artması gibi kaybedişlerim artıyor. onu, bunu bilmiyorum. o kitabı ve hülasaları kaybettiğim günü sahiden de hatırlamıyorum.


takvim yaprakları geçen mevsimle yeniden birlik olmuş. aynı isimler, benzer hisler eşliğinde kaçıncı perdeden kaldığını bilmediğim o dörtlüğü okuyor. oysa aynılıktan kaçmak için kilometrelerce yol aştım, kaç gülüşümü silip attım, kaç hayal kırıklığını görüp " bir şey yok, bir şey yok" diyerek sırtımı sıvazladım. geçmişin hegemonyası dehlizin anahtarını avucuma bırakıp parmak uçlarımı kendimle birlikte kanatmamı isterken savaşın mı yoksa görüp görmemenin mi bittiğinden emin olamıyorum. 

savaş. dehliz. takvim yaprakları.


belli başlı şifalı sözler, şiirler var yakalara çengelli iğne ile asılan. bazı mezarlıkların,  mezar taşlarının hatırına çengelli iğne parmağı kanatsa bile gık çıkmıyor. sessizce vakti gelecek gün bekleniyor, bir mezar taşının hatırına tebessümü iki ters bir düz yapıyor. hatır gönül işlerinin yarı yolda bırakıldığı bu çağda yalnızca mezarlıklar ve mezar taşlarının hatırını gözetiyor.


omuzumdaki yüklerin ağırlığıyla mutsuz yaşamına mana arayan, o manayı da farklı şeylere yükleyen birisin. yarım kalmışlık sendromu olmalı bunun adı. heveslerin, hayallerin, arzuların yarım kalmışlığı. bir yarını geçmişte bırakmanın yarım kalmışlığı. sevdiklerine yabancılaşmanın verdiği bir yarım kalmışlık. zihin bulanıklığı belki de.

** insan kendisini aldatmanın bir yolunu bulur mutlaka. bir çıkış, çıkış arar açmazda kaldığı durumlar için. çünkü gerçekler dinmeyen bir acı verir sadece. rüyanda bile gelir bulur seni.

*** yama bulmak dirseklere hünerse kendi kumaşından kim neylesin?


ağustos üç, yirmi dört.

* ve ** birgül yangın aslanoğlu, kara delik.

*** ismet özel, savaş bitti.

önemli, dipnot.

merhabalar.  0.0 ile başlayıp 0.7'ye kadar severek yazdığım ve geri dönütleri beni mutlu eden küçük hanım serisine artık sim...